Uyku hâli sadece gözlerin kapalı olduğu vakitte gerçekleşiyor olamaz: Ademçocukları, uykunun yepyeni bir formunu ortaya çıkartabilecek kadar büyük bir gafletin içersinde. Otobüs beklerken, çalışırken, yürürken, konuşurken, düşünürken, para harcarken, yemek yerken, haber izlerken… Uykuyu öylesine çok hayatına yaymış ki insanoğlu; nefsini, “aşk”ı, saf ve temiz olanı, gönlünde olan yaratıcının nurunu, hikmeti, doğayı ve bütün güzellikleri göremez hâle gelmiş. Büyük konuşuyor olabilirim hatta cümlelerim anlamsız gelebilir bir kitap yorumu için; ama aksine, tamda romanımızın yola çıkış noktası ademçocuklarının bu vaziyeti.
Dünya’yı biz yaratmadık ama biz yok etmek üzereyiz. Sahip olduğumuz birçok üstün vasfa rağmen bunları burayı koruma adına maalesef kullanamadık. Gerçeğin peşine düşmedik. Zahirî bir gerçekliğin esiri olduk.
Dünya’nın Son Savaşı, bir bilimkurgu romanı fakat onu acayip kılan ve diğerlerinden ayıran bir sıfatı daha var; tasavvufi bilimkurgu. İlk karşılaştığınız vakit hayli şaşırtıcı ve neyle karşılaşabileceğiniz konusunda hayal sınırlarınızı zorlayan bir konu. Merak etmeyin; sadece dini öğüt ve nasihatlerle dolu, sıkıcı bir roman değil asla. Tam aksine, Dünya Dışı varlıkların ve onların sahip olduğu yaşam biçimlerinin öylesine güzel tasvirlerini yapmış ki Fuat Bey, kitabın bitişini kabullenmek istemeyeceksiniz.
Kahramanımız ilk bakışta yine Dünya Dışı bir varlık; Ceres gezegeninden Khaguno. O, Dünya’ya keşif amaçlı gelen binlerce uzay varlığından sadece bir tanesi. Hikâyemiz, kendi nefislerinin ve şeytanın peşinden ego düşkünü olmuş insanoğlunun, hem kendileriyle hemde tüm evreni ve Dünya’yı tehdit eden güçlerle savaşmak zorunda kalmasıyla başlıyor. Öylesine büyük bir düşman duruyor ki karşılarında, uzayın bütün iyi yürekli varlıkları da destek için yeryüzüne iniyor. Onlarca farklı ırk, Dünya’yı korumak için bir araya gelirken, ademçocukları kendilerini değilde bütün insanlığı düşünmeye başlayabilecek mi dersiniz? Klasik olarak betimleyecek olursak, iyilik ve kötülüğün en büyük savaşının çanları çalıyor. İşte tamda bu sırada kahramanlarımızdan birisi Khaguno’ya şunu soruyor:
– Peki iyilik mi kazanacak, kötülük mü?
– Hangisini beslersek, o…
Peki tasavvuf bunun neresinde? Sürpriz burada gizli diyebilirim. Aslında bu giz, ancak romanın sonuna geldiğinizde, dikkatli bir okuyucu iseniz kendisini açığa çıkarıyor. Ayrıca tasavvufun en temel öğretilerinden olan “aşk” ve “ruh” olgusu oldukça vurgulanıyor hikâyemizde. Andromedalılar, Cygnusianlar, Pleiadesler, Siriular, Vegalar ve Santor ve daha nice ismi konulmuş uzaylı tasviflerinin hepsinin yaşam kaynağı olarak yine saf bir ruh’tan bahsediliyor. Burada ilgimi çeken bir nokta, uzayı varlıkların ve ipucu vermesi korkusundan dolayı ismini anamadığım bazı kahramanlarımızın ruh göçü yapıyor olmasından, yeni bir yaşamdan ve eski yaşamlardan bahsedilmesi oldu. Anlayacağınız sürprizlerle dolu bir romanımız var: Hele hele sonundaki giz, eğer ortaya çıkarabilirseniz, sizi öylesine hayrete düşürüyor ki..
Aşken huben…
Çok söz saç malatır derler: AS 275 yılında biten (bu yılın ve önekinin ne anlama geldiğini elbet okuyunca kavrayabileceksiniz) büyük ve şaşırtıcı bir sona sahip olsa da keşke devamı olsaymış dedirten bir roman oldu. Fuat Sağıroğlu bu kitabı bana imzalayarak hediye göndermişti. Kendisine tekrardan çokça teşekkür ediyorum. Ayrıca, kitap hakkında bir röportaj sözü bulunmakta: Yakın zamanda onu da buralarda görebileceksiniz umudundayım 🙂
Bir yanıt yazın