Daha adını gördüğüm ilk anda, içeriğini dahi okumadan merakıma yenilerek alıp okumaya başladığım kitap, beni hiç mi hiç şaşırtmayarak harika bir macera yaşattı. Osmanlı döneminde yazılan ve o devre ait bir bilimkurgu hikayesinin yerini başka ne tutabilirdi ki? Hem romanın kendisi, hem arka planı, hem de bunca yıl sonra ortaya çıkış şekli.. her açıdan ilginç Mübarek Mahluk Efendi kitabı. Enis Cevdet’in yazdığı, Babür Erkin’in yeniden bizlere kazandırdığı romana dair bu yazıyı, içim içime sığmayarak yazıyorum.
Mübarek Mahluk Efendi kitabı konusu
Sultan Abdülhamid zamanı Osmanlısında Dalaksızlar derler bir köy, bir gece kıyamet benzeri bi’ hâl ile sarsılır. Köy dergahının şeyhi Hafız Necmeddin Efendi, gökten inen kızılca kıyamete bi’ anlam veremez. Aynı gecenin sabahı kapısına dayanan köylünün korku ve dehşetle anlattıklarıyla iyice şaşıran Necmeddin Efendi, köyün az ötesindeki Çamdağı’nın böğrüne saplanmış bir gök aracı bulur. Merakla içine girdiği gök aracında daha evvel hayatında görmediği ve okumadığı cinsten bir varlıkla karşılaşır. Korkusunu hızla yenip yaratığı incelediğinde, yaratığın yaralı olduğunu fark eder. Hayreti merhamete dönüşen Hafız Necmeddin Efendi, Tanrı misafiri kabul ettiği bu varlığı, dergahının çilehanesine götürür. Anadolu’nun ve çevre medeniyetlerin fantastik varlıklarının özelliklerini birer birer zihninden geçirmede, önündeki yaratığa bir isim bulmak çabasındadır şeyh efendi:
Fakat ne ejderhaların şâhı Harsan’a ne kırk kızı kapıp yanına götüren Raid’e ne Süleyman tahtı üzerinde yatan Hilâl Cazû’ya ne elinde yılandan kamçıyla gergedana binmiş ağzından ateşler saçarak uçan Güzende’ye ne leş misali ufunet yayan hınzır binitli Harus’a … ne iki başlı iki ayaklı, sesi kuş sesine benzer Du Peyker’e ne denizlerde yaşayıp musallat olduğu gemilerde aybaşı hâlinde kadın varsa uzaklaşan yarı insan yarı balık Hût’ül Hayz’a … ne yüksek bir dağın başında oturan, yüzü üçyüzaltmış delikli, kendi ateşinde kül olup yeniden doğan Kaknus’a dair bir işaret vardı yaratığın parıldayan gövdesinde.
Mübarek Mahluk Efendi, Enis Cevdet
Hafız Necmeddin Efendi dergahının misafiri, köy halkının ilgi odağı olur. Tesadüfi bir şekilde fark edilir ki bu misafir, elinin dokunduğu insan evladına şifa olmaktadır. Vesile olduğu şifa için adına Mübarek Mahluk Efendi derler. Ünü zamanla Sultan Abdülhamid’e kadar ulaşacak olan bu Tanrı misafirinin öyküsüdür roman.
Mübarek Mahluk Efendi kitabı hakkında
1921 yılında yazıldığı düşünülen eser, Babür Erkin’in bir sahaf gezisinde rastladığı sandık sayesinde bulunur. O zamana kadar belki de kimselerin haberi olmayan roman, Babür Erkin editörlüğünde, Bahadır Boysal’ın çizgileriyle ve Yusuf Murat’ın desenleriyle Karakarga Yayınlarından gün ışığına çıkar. Babür Erkin, kitabın arka kapağında bu durumu şöyle anlatıyor:
Bu metni bir sahaf gezisine borçluyuz. Üsküdar’da bir sahafta küçük bir sandık içerisinde karşımıza çıkan, elyazısıyla yazılmış sayfalar, müsveddeler, not kağıtları, defterlerden oluşan “evrak-ı metruke” ve bazı eşyalar bizi sıra dışı bir yolculuğa çıkardı… Ya genel çerçevesi iyi düşünülmüş, gerçekle hayalin iç içe geçtiği “fantastik” bir anlatıyla karşı karşıyayız ya da inanılması güç görünse de kazı yapmayı gerektirecek kadar önemli doğaüstü bir vakanın ipuçlarıyla…
Hikaye sona erdiğinde Babür Erkin’in kitabın yayın macerasını anlattığı bölüm başlıyor. Bu bölümü de romanı okurken sahip olduğum aynı heyecanla okudum. Bu kısım bile sanki romanın devamı gibi, bir kurmaca gibi geldi bana. Kitapta geçen isimlerin sandıkta çıkan fotoğrafları ve tarihi olarak izlerine resmen rastlanmış olmaları, bahsi geçen köy ve beldenin tekrar ziyaret edilip romanın izlerine rastlanması ve yazarın babası üzerinden edindiği bağlantıları derken bu uzaylı misafir davası, gerçek bir hal almaya başladı zihnimde. Hem kitabın hem de bu sonsözün son sözü olan şu cümle belki en doğru yerde en doğru tespitti: “Hikâyeyi kimin ve nasıl anlattığına bağlı!”
Mübarek Mahluk Efendi kitabı yorumu
Okuduğum en ilginç ve en sürükleyici kitaplardandı Mübarek Mahluk Efendi. Okurken eski Türkçe ve tasavvuf ögeleriyle harmanlanmış eserleri sevdiğimi fark ettim. (Tasavvuf ile harmanlanmış bir bilimkurgu eseri daha önce de okumuştum: Fuat Sağıroğlu’nun kaleme aldığı Dünya’nın Son Savaşı adlı kitap için blogumda hem yorum yazım hem de yazarı ile kitap üzerine röportajımız yer alıyor.) Bir yandan bu ikiliye bilimkurgu da eklenince eşsiz bir deneyim oldu benim için. Kitabı elime her alışımda bir bölüm okudum çünkü bölüm bitmeden kopamıyordum bir türlü. Bölümler ara verebilmem için imdadıma yetişiyorlardı. Kitabın içerisindeki Bahadır Boysal’a ait çizimler her ne kadar güzel de olsa sanki hiç olmasalardı hayal gücüm daha da güzel bir seyir sağlayabilecekti. Mübarek Mahluk Efendi’ye dair zihnimdeki tasvir karşıma çıkan ilk çizimler bertaraf olup çizerin hayal gücüne tabi oldu. Kitaba dair tek hüznüm bu ki bu hal de kitabın orijinaline ait değil zaten.
Okuması keyifli, esrarengiz bir macera sunuyor Mübarek Mahluk Efendi. Onu tozlu raflar arasında bulup çıkaran ve okumama vesile olan herkese teşekkür edesim geldi 🙂 Bir başka kitap macerasında tekrar görüşene kadar diğer kitap yorumlarımı okuyabilirsin ve ayrıca aşağıdaki form aracılığıyla yeni yazılarımın sana mail gelmesini sağlayabilirsin. Sağlıcakla…
Bir yanıt yazın