Şöyle ne zaman oturup da ağız tadıyla bir blog yazısı yazdım, hatırlamıyorum. Geçtiğimiz yılın sonlarına doğru okuduğum üç cümlelik bir kitaptan (!) bile blog yazısı yazabilen bendenizden geriye eser kalmamış gibi görünüyor. Lakin eminim sözde bahanelerim az da olsa bu konuda haklı bulunacaktır.
Aynı anda bir çok iş yapmaya çabalıyorum ve yapıyorum da; meşgale bardağım her zaman dolu. Bazen o kadar dolu oluyor ki ab-ı hayatım olduğuna inandığım hobilerim bile bardaktan taşıp süzüle süzüle uzaklaşıyorlar. Okumak ve öyküler düşlemek, en uzak kaldığım şeylerdendi ve son zamanlarımda onlara başköşede yer verdim. Araya giren zamanın özlemi o kadar büyüktü ki kendilerinde başkasına yer bırakmadılar. İkisinden artan irili ufaklı boşluklara da meslek ve para kazanma zorunluluğu sıkıştı. Şoför koltuğundan, her ne kadar boşlukların doldurulması için haykırsam da blogum bir türlü içeri giremedi. Ara ara gölgesi içeri düşse de kendine bir türlü yer bulamadı.
Şimdilerde de pek değişen bir şey yok. Sadece şuan ben bardakta değilim. Az sonra derin bir dalış yapacak ve gün içinde tamamlanması gereken bir kitabın çalışmalarıyla boğuşacağım. Saatlerdir süren çalışmanın bıkkınlığı ile bloguma sığındım. Görüyorum ve şükrediyorum ki ne kadar uzak kalırsam kalayım bana her zaman kucağını açıyor burası. Tıpkı eski güzel dostlar gibi: Yıllarca görüşmesek de fırsat bulunduğunda araya giren zamanı sorgulamayıp anın tadını çıkaran, muhabbetin kıymetini bilen dostlarımdan biri gibi blogum. Güzel insanlara selam olsun!
Yazamadığıma en çok üzüldüğüm şeyler, izlediğim tiyatrolar oldu. Bir çok şeyi sonradan yazabiliyor olsam da izlediğim oyunları aynı gün yazmadıkça olmuyor. Aradan birkaç gün geçse bile sözlerim tükeniveriyor hakkında. Söyleyecek söz bulamıyor ya da yanlış ifadeler kullanmaktan korkuyorum. Blogumdan eksik ettiğim en azından altı oyun oldu ve altısı da ayrı güzeldi.
Blog yazmak ile ilgili en çok takıntım haline gelen şey de blogun temasıdır. Yazmak ile temanın arasında bir bağ yokmuş gibi gürünse de benim gibi takıntılı adamın blogun temasını değiştirmekle yetindiğine şükretmek lazım. Zira bu güne kadar defalarca kez isim değiştiren birisi için oldukça zararsız kabul edilebilir. Blog temamdan bir kez soğuduğum zaman gönlümce bir tema ile değiştirene kadar yazı yazamam. Son zamanlardaki uzak kalma nedenlerimin başında da bu durum geliyor. Sağ olsun Tahsin cankardeşim, kollarını sıvayıp bana gönlümce bir tema yapmak istedi. Hatta kararsız kafamın ilk icadı olan düzen için saatlerce uğraşıp ortaya harika bir iş çıkardı ama ben gidip eski bir temanın sınırlandırılmış ücretsiz versiyonuna tav oldum haftalar sonra. Ne dersin, yakışmış mı yeni tema?

Bu ay benim için büyük bir adım olacağına inandığım ve sözünü aldığım bir şeyin gerçekleşmemesi ve unutulması ayrıca canımı sıktı. Birkaç gün hiç bir şey yapmadan oturdum. Kendime kızdım, bunca hevese ve heyecana kızdım. Sonra kızgınlığımın yerini hoşnutluk aldı. Tek kuruş ödemeden son altı aydır bu tatlı heyecanı yaşadım ve şuan gerçekleşmiş olmasa da yaşattığı heyecan bile güzeldi. Bunu bu örtülü olay için söylüyor olabilsem de umarım kafamda bu cümleleri yazarken canlanan diğer bir heyecanımın başına da aynı şey gelmez. Ne kadar kapalı ve saçma konuşuyorum.. bilincimden akıp geçen her şeyi neden yazmak zorundayım ya da blog zaten bunun için var değil mi?

Sana nergislerimizi paylaştım yazını girişinde. Eşim, soğandan alıp yetiştirdi. Nergisi pek bi’ severim. Sevdiğim ve ayıramadığım üç çiçekten biridir nergis. Bu arada eşime öyküyü sevdirememiş olsam da (bu konuda bir gayretim olduğunu sanmıyorum, laf olsun işte) blog yazmaya özendirmeyi başardım (bunu cidden çzendirmiş ve teşvik etmiş olabilirim). Hatta bu güzelim nergislerin yetişme sürecine dair de bir blog yazısı yazdı. Okumak dilersen Nergis Yetiştirme Serüveni başlıklı yazısını okumanı tavsiye ederim. Kısa ama güzel yazılar yazıyor ve bu aralar pek bi’ hevesle içerik üretiyor durmaksızın. İtiraf etmeliyim ki blog için gayreti, görsel ve renk uyumları ile beni çoktan aştı geçti. Zaten o ne yaparsa, en iyisini yapar.
Bir yanıt yazın