adamkarga

adamkarga da derler kararsız bir âdem.. öykü sever.. blog yazar, vlog çeker. bir öykü kitabı yazdı.

Şaban Abak ile Genç bir Röportaj

Şaban Abak Kimdir?

Yıl 2013, Mayıs ayındayız. Şabak Abak’ bir şekilde ulaşmak ve o zamanlar çıkardığımız dergimiz Nun Edebiyat için onunla bir röportaj gerçekleştirmeyi çok istiyorum. Çünkü dergi hayallerimin mimarı olan cümleleri, onun bir kitabında okumuştum. Hayal gerçeğe dönüştü ve aradan dört sayı geçti, nasıl oldu da ulaştık, hatırlamıyorum. Soruları ben mi hazırladım yoksa Neslihan abla mı, onu da hatırlamıyorum ama yıllar sonra karşıma çıkan bu güzel anıyı sizlerle paylaşmak istedim. Kendisi günümüzde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı Başkan Yardımcısı görevinde hizmet vermektedir.

Şaban Abak Röportajı

Sizi bizler tanıyoruz ancak Şaban Abak kendisinin nasıl tanınmasını ister?

Nasıl tanınmak istediğimi bilmiyorum, yani bunu hiç düşünmedim. Tanınmak istediğimi sanmıyorum ama hayatı, Allah’a ve topluma karşı mahcup olmayacak biçimde yaşamak gerektiğini öğrendiğimden beri o yönde çabalıyorum. Bu dünyaya gelip gelmediği, yaşayıp yaşamadığı belli olmayan anlamsız biri olmaktan korkmalıyız. Bundan kaçınmak için yapılması gerekenleri öğrenip gücü yettiğince de yapmalı insan.

Son çıkan kitabınız Tarifi Bende, nasıl bir süreçte oluştu?

Nasreddin Hoca’nın bir İslam âlimi, bir kadı ve müderris olduğunu aile büyüklerimden duymuştum. Sonraki yıllarda bunun tümüyle göz ardı edildiğine şahit olunca yazmak gerektiğini fark ettim. Önümüzde de Sezai Karakoç’un Nasreddin Hoca’yla aynı çağda yaşamış iki büyük şahsiyet hakkında; Mevlana ve Yunus Emre üzerine yazdığı iki örnek kitap vardı. Bir de Selçuklular dönemi ve Haçlı saldırıları hakkında biraz okuyunca bildiklerimi şiir yorumlama ve metin tahlil etme bilgimle birleştirdim. Böylece Nasreddin Hoca’nın latifelerini yeniden yorumlama imkânı doğmuş oldu.

– Hocam iki şiir kitabınız yayınlandı şu ana kadar… Şiirinizin hangi damarlardan feyz aldığı onları okuyunca anlaşılıyor ancak bir de bunu sizden duyalım istiyoruz.

Şiirin ve şairin beslenme kaynakları iki guruptur. Biri herkese açık olan ve herkesin beslenmesi, bilip öğrenmesi gereken kaynaklardır. Bunlar dili iyi bilmek, çok okumak, çağdaş Türk şiirini de geçmiş çağların şiirini de iyi okumak, dünyanın bizden başka büyük dillerinde yazılmış büyük şiirleri bilmek gibi hususlardır. İkinci guruptakiler ise her şairin kendine has özel kaynaklarıdır. Ben tam bilemiyorum ama hem medeniyetimizin geçmiş parlak devirlerinin mutlulukları hem de o mutlu çağları bu yüzyılda kaybetmiş olduğumuz gerçeği ve bunun sonucu olarak yaşadığımız acılardan etkileniyorum. Bütün bu İslam coğrafyasındaki hayatı değiştirecek, acılara son verecek, insanları uyanıp silkindirecek bir büyük destan söylemek isteği var içimde. O istekle yazıyorum çoğu zaman.

Bir Sezai Karakoç Anısı

– Sezai Karakoç ile olan irtibatınız size neler kazandırdı ve bize Sezai Karakoç ile olan, hiç unutamadığınız birkaç anınızı anlatabilir misiniz?

Karakoç’un eserlerini okumak hayatıma anlam kazandırdı, ufkumu açtı. Kendisiyle tanışmak ise aramızda yaşayan bir Allah dostu ile, bir ulu kişi ile yakın olma arzumuzun yansımasıdır aslında, yoksa Karakoç’la asıl tanışmak, gerçekte eserlerini baştan sona okumakla mümkündür. Son derece misafirperver, cömert, nazik ve ince düşünceli biri Üstad. Kızıp öfkelenmesi ise sadece İslam’a, İslam büyüklerine, dava adamlarına dil uzatma gibi hususlar içindir. Çok hatıram var ama bugüne kadar hiç yazmadım hiç anlatmadım da. Ama şunu anlatayım. Sezai Karakoç, bir yıl kurban bayramında Diriliş Partisi’nin il ve ilçe teşkilatı bulunan şehirlere bir bayramlaşma gezisi yapmak istemişti. Biz de 10 arkadaş kendisine bu gezide eşlik ettik. Üç ayrı araçla İstanbul’dan yola çıktık, Sakarya’dan kuzeye Karadeniz yolunu takip ederek Giresun Görele’ye kadar gidip, oradan Kırıkkale, Ankara, Eskişehir ve Bursa üzerinden 5 günün sonunda yine İstanbul’a döndük.

Gidiş yolunda aynı arabada oturuyorduk. Karabük’ü geçmiştik ki Üstad, öndeki iki arabada giden arkadaşları Kastamonu yol ayrımını geçmemeleri konusunda uyarmamı istedi. Normalde il ya da ilçe teşkilatı bulunmayan yerlere gitmeyecek, sadece namaz molası için duracaktık, bunu bize önceden söylemişti. Kastamonu’da parti teşkilatı kurulmamış olduğu için oraya niçin gideceğimizi anlamamıştım ama o sırada Karakoç, Kastamonu’da göreceğimiz birisi bulunduğunu söyledi. Ben de telsizi açtım, diğer iki araçtaki arkadaşlara, Kastamonu yol ayrımını kaçırmamalarını, orada göreceğimiz birinin bulunduğu mesajını ilettim. Öbür iki arabadaki arkadaşlar şaşırarak, Sezai Karakoç’un görmeye gideceği o şanslı kişi kim acaba diye aralarında konuştular, ben de duydum ve aynı merakı yaşadım. Sonra Kastamonu’ya vardığımızda bizim içinde bulunduğumuz araç öne geçti ve doğru Şeyh Şaban-ı Veli hazretlerinin türbesinin önüne vardı. Orada namaz kılıp dua ettik, biraz bahçede eğleştik. Üstadın “göreceğimiz biri var” dediği zatı böylece tanımış olduk.

Dergicilik ve Yazmak Üzerine

– Hocam, Anadolu dergilerinde kendini yetiştirmiş biri olarak şu an Anadolu’da çıkan dergiler için neler söyleyebilirsiniz?

Anadolu hala güzelliğini ve samimiyetini koruyor. Eski zamanlardaki taşra dergileri gibi ülke çapında yazılıp çizilenlerden de büsbütün kopuk olmadığını gösteriyor. Büyükşehirlerde -şımarık ve maalesef cahil- gençlerin çıkardığı kimi dergileri de görüp üzülüyorum. Hiç okumadıklarının ilanı gibi.

– Yazmanın ve dergi çıkarmanın kulluk ile olan bağı sizce ne derecedir, yazmak bir ubudiyet midir?

Yasin Sûresi’nde elçileri yalanlayan azmış bir kavmin içinden çıkıp koşarak gelen ve halkını uyararak elçileri dinlemeleri ve onların getirdiği ilahi mesaja uymaları gerektiği yönünde ikna etmeye çalışan biri var, adı anılmamıştır. Burada tarif edilen görev, Allah’ın Peygamberler aracılığıyla bize bildirdiğini halkımıza anlatmak, yaymak, onları ikna etmek hatta bu uğurda gerekirse canını vermek olarak tarif edilebilir. Nitekim o büyük zat, şehit edilmiştir ve Kur’an’da cennetle müjdelenmiş kimselerdendir. Yazmak, yaymak, anlatmak, “Ey kavmim, Allah’ın resullerinin bize bildirdiğine tabi olun!” diye çırpınan o kahraman zatın yolundan gitmekse evet, kulluk görevlerindendir.

– Çiçeği burnunda olan Nûn’a ve ekibine tavsiyeleriniz nelerdir?

Çok okuyun ve seçerek okuyun. Sadece en büyükleri, şaheserleri, yüksek zekâlardan, yüce gönüllülerden sadır olmuş eserleri okumak lazım, çünkü hayat çok kısa. Magazinden ve modalardan kaçınıp kalıcı olana yönelmek lazım. Bir de her yazdığınız şiir veya öyküyü hemen beğenmeyin, daha iyi olabilir mi diye bakın, gözden geçirin. Ayrıca yayınlamadan önce üç ay, beş ay bekletin, sonra tekrar gözden geçirin. Sezai Karakoç’un hayatta olduğunu, onunla çağdaş olduğunuzu, siz kaçsanız da görmeseniz de edebiyat tarihinin sizi ve yazdıklarınızı O’nunla birlikte karşılaştırmalı ele alacağını unutmayın. Genç şair yazar arkadaşlarıma ve Nûn dergisine başarılar dilerim.


Daha fazla röportaj okumak dilerseniz, blog sayfamda farklı vesilelerle sorular yönelttiğim güzel insanlara buradan ulaşabilirsiniz. Sağlıcakla.