Bülent Parlak ile Enfa Muhabbeti

19 Nisan 2022 tarihinde acı bir haberle yankılandı edebiyat dünyası. Bülent Parlak, geçirdiği ani bir kalp krizi ile vefat etti; mekanı cennet olsun. Hüzün ve şaşkınlıkla karşıladığım haberin ardından Bülent Parlak’ın hayatımda bıraktığı en güzel hatıra geldi aklıma. 2015 yılında, Nun Edebiyat Dergimizi kapatıp yerine Enfa Edebiyat adıyla yeniden tebessüm ettiğimizde ilk sayımıza konuk olmuştu Bülent Parlak. Enfa’nın güzel insanlardan hangimizdik onunla söyleşen, hatırlayamıyorum (Büyük ihtimalle uzun süredir muhabbettinden uzak kaldığım, enfa adının vesile, Neslihan Ermahiş ablam idi.). Bülent Ağabeyi anmak ve ondan kalan bu hatıranın, sözlerinin unutulmasına mani olmak adına yayımlamaya karar verdim. Yakınlarına ve sevenlerine gönül huzuru dileğiyle…

“Şiir, şairin tarihini ipuçlarıyla ele verir.” sözünüzden hareketle şiirden şairi tanımak istiyoruz. Bülent Parlak kendini bir şiiri ile anlatmak istese bu hangi şiiri olur?

Ben Bülent Parlak. Nereye gitse kendini bulamayan. Şimdi böyle başlasam mı diye düşündüm? Düşününce eksik kaldığını gördüm. Eksik konuşacaksam hiç sussam daha iyi olur diye kitaplarımın başında sadece İstanbul’da yaşıyor ibaresini koydum. Söylesem olmayacaktı, ben de söylemekten her zaman kaçtım. Sorunuzun ikinci kısmına gelince. En iyi anlatan şiir değil ama bazı mısralar söylemek istiyorum:

“Tanrı’m bari sen konuş en çok dili bilen sensin”

“Nereye gitsem bulunmadım, beni kim aklayacak
Ne büyük bir yanılgıyım bu şehrin ortasında”

“Yaşadım, az yaşımdan”

“Anne abartma ölümü, arada çık gel”

“Merhaba
Sözlerime küfürle başlamak istiyorum”

“Hangi dinde kul olsak hep ateşe atıldık”

Bunlar aklıma ilk gelenler. Aslında çok var söyledikçe, okudukça, denk geldikçe canımı çok fazla sıkan sözler. Bu kadarla yetinelim.

Dergâh Dergisi’nin İzdiham yolculuğuna etkisi nedir?

Dergah Dergisi sadece benim değil, günümüz Türk edebiyatının şu an okuduğumuz, gördüğümüz bütün şairlerin ve yazarların yetiştiği bir okuldur. Mustafa Kutlu benim ilk yazdığım şiiri yayınlamasaydı asla ikinci kez şiir yazmazdım mesela. O’nun titizliğini, bulunduğu yaşa rağmen herkesten daha genç heveslerine şahit olmasaydım İzdiham olmazdı sanırım. En son kendisini ziyaret ettiğimde İzdiham’ı iyice inceledi ve şöyle dedi: “Artık, sıra sende Bülent. Sende ve senin gibi dergiciliğe gönül verenlerde. Ben artık yoruldum ve sen kendine de, yanındaki arkadaşlarına da sahip çık. Bu senin görevin.” Bu sözler, beni hem duygulandırdı, hem de omzuma yükler bindirdi.

Bir dergi çıkarmada alınabilecek en büyük riski aldınız. (20bintrajı) Sizi buna yönelten sebepler neler?

Dergi çıkarmakla iş bitmiyor. Hayatım boyunca ne iş yapsam önce zihnimde şubeleri belirledim, sonra merkez büroyu açtım. Evet, bu yanlış ama ben böyle biriyim. Ben, edebiyat dergilerinin içinde bulunduğu çemberden çıkmak ve herkese ulaşmak istedim. Otobüs şoförlerinin de, öğrencilerin de, profesörlerin de, ev hanımlarının da aynı anda ulaşabileceği ve saydığım her kesim insanın okuyacağı bir dergi olsun istedim. Şükür ki oldu.

iİyi bir şair olarak anılmanın püf noktası şiiri iyi yazmaktan mı geçiyor yoksa şairliği diğer her şeyden ayrı tutup sivrilmekten mi? Şairliğin samimiyetle ilişkisi için ne düşünüyorsunuz?

Şiir kesinlikle nasip meselesi. Bunu kendi şiir serüvenimden biliyorum. İkincisi ise insanın yaşamaya dair bir sancısı yoksa yazmasının da bir anlamı yok. Şiir, gösteriş için yazılmaz. Şiir, mevki edinmek için yazılmaz. Şiir, sosyalleşmek amacıyla yazılmaz. Şiir, kız tavlamak ya da erkeğe kendini ispat için yazılmaz. Şiir, insana bir kez gelir ve yerle bir edene kadar da üstünden kalkmaz. İyi şair, iyi bir sancıyla olur. İyi şair, sadece yazdıklarıyla değil duruşuyla da, itirazlarıyla da, kaybetmeyi göze almasıyla da, zor vakitlerde geçerli olanı değil doğru olanı söylemekle olur.

Dergiler neden önemli?

Dergiler, edebiyatın sancağı. Dergiler olmazsa Sinan Yağmurların kitabı çıkar ama İsmet Özel’in Erbain’i olmaz mesela. Bütün iyi edebiyatçılar dergilerin içinden yetişmiştir. Önce üslup, sonra terbiye, sonra sabır, sonra olgunlaşma öğrenilir dergilerde. Şairlik veya yazarlık, yazdıkları hemen yayınlanan değil reddedilen veya çalışması gerektiği söylenen metinlerle meydana gelir. Ben mesela çok kişinin metnini, şiirini reddediyorum. Onlara da diyorum. Yayınlarsam korkun, reddedersem sevinin.

“Çarpım tablosunu bilenlerin sayısıyla Sezai Karakoç’u bilenlerin sayısını eşitlememiz gerek” sözünüz, edebiyatı hayatın her kesimine aşılamak istemek… Peki, bu mümkün mü? Nasıl?

Elbette mümkün. Ben öğretmenlik yaptığım sınıflarda bütün derslere şiirler başlardım. Şu anda yine sınıfa girsem onlara Sezai Karakoç okurum, Attila İlhan okurum, Yunus Emre okurum. Derslerine girdiğim öğrencilerin birçoğu bilirdi mesela Karakoç’u, Özel’i, Nazım’ı, Cansever’i. Çarpım tablosuyla ekmek, şiirle bir millet alırsınız. Bu tamamen müfredatla alakalı bir şey. Basın ve televizyonlarla da elbette. Acun, şiir programı yaparsa bilin ki ülkemiz epey yol aldı.

“Kaybetmek” kavramının sizin için önemli oluşunun kaynağı nedir?

Kaybetmek, dervişlik soyundan gelir. Her şeyi çok önemseyip esası unutmaya itiraz etmekten gelir.

Gündelik hayatın her noktası şiire aktarılabilinir mi? Bunun zorluğu ya da vermek istediği mesajı aktarma payı nedir?

Yaşadığım her an, rastladığım her olay bana bir mısra gibi geliyor.  Size bir örnek vereyim. Balıkesir’de düzenlenen Suçıktı Şiir Akşamları’na katıldım iki sene önce. Akşam sekizde başlayacaktı festival. Saat geldi çattı. Bütün köy halkı şiir dinlemeye gelmiş. En ön sırada da yazın o sıcağında birkaç mebus, valiler, bakanlık yetkilileri büyük bir kibirle şiir okumamızı bekliyorlar. Ben de onların o komik, terlemelerine rağmen gevşetemedikleri kıravatlarına bakıyorum. Derken o esnada mebuslardan biri alnının terini sildi. Önündeki pet şişeyi açtı ve içmeye başladı. Bu bana çok enteresan geldi. İnsan dedim kendi kendime ya öyle kibirle oturmayacak ya da susamayacak. Şöyle yazdım sonra:

“su içince bir mebus
kalkar dokunulmazlık”

Biz de Nun Edebiyat Dergisi sonrası Enfa Edebiyat Dergisi’ne geçerken zorluklardan geçtik. Edebiyat ve maddiyat ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz. Dergiciliğe gönül verenlerin karşılaştığı bir sınav mıdır bu?

Edebiyat bugüne kadar yoksulların çocuklarının sırtında yükseldi. Bunda sonra da böyle olmaya devam edecek. Hiçbir zengin evladı babasının aldığı mercedesten inip sırtında dergi taşımayı kabul etmez. Ayrıca bu sızlanacak bir şey değil, onur duyulacak bir şey.

“Oysa fazlaca suskunum; bilinmiyor ülkesi bana çarpan acının.”  Ülkesini bildiğiniz acılar için neler söyleyebilirsiniz?

Hiçbir şey söylemek istemiyorum bu konuda. Kendime bile söyleyemiyorum bazı şeyleri.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

dedemin kaşları gözleri üzerine dökülür ve ben ona benzemekten korkardım çocukken. büyüdüm, o ise yaşlandı; alzaymıra bağlı nokta noktalar nedeniyle vefat etti birkaç yıl önce. o vefat edince fark ettim tek tük uzayan kaşlarımı ama kaştan değil unutmaktan korkuyordum artık.

adamkarga © 2009-2024 | blogun içerikleri Allah’a emanettir. #işbirliği